Karanlık ve Yalnızlık Korkusundan Kurtulmak
  1. Anasayfa
  2. Yaşam
Trendlerdeki Yazı

Karanlık ve Yalnızlık Korkusundan Kurtulmak

Karanlık ve yalnızlık, insanın en çok korktuğu iki şeydir. Bunlarla savaşılamaz, bunlara karşı konulamaz. İnsan, sınırsız karanlığa karşı tamamen çaresizdir.

0

Karanlık ve yalnızlık, insanın en çok korktuğu iki şeydir. Bunlarla savaşılamaz, bunlara karşı konulamaz. İnsan, sınırsız karanlığa karşı tamamen çaresizdir. Bu yüzden insanın en büyük özlemi ışık, kalabalık, sosyalleşme ve bu korkuların üzerini kapatacak tüm geçici aktivitelerle oyalanmaktır. İnsan bu yüzden sosyaldir. İnsanlar bu yüzden dünyada henüz ışık varken, kendi varlıklarını diğer varlıklara göstermek için çaba içindedir. O halde insanın var olması onun bu varlığını ortaya koyması ihtiyacını da beraberinde getiriyor. Yok olmak, uzayın zifiri ve sınırsız karanlığında, hiç var olmamış gibi sahneden silinmek istemez. Demek ki insan var olduğunu biliyor ve bu varlığının sonsuza kadar sürmesini istiyor. Yok olmayı asla kabullenemiyor. Fakat onu yapayalnız bıraktığınızda, insan daha büyük bir korku ile baş başa kalıyor. Bunun tam karşılığı, sınırsızlığa karşı sınırlı olmanın getirdiği eziklik, çaresizliktir. Karanlıktan ve yalnızlıktan korkmamızın nedeni yok olmaktan korkmamızdır. Ölüm bu yok oluşu kaçınılmaz olarak getiren tek gizemli olaydır.

 

İçerideki Karanlığı nasıl Aydınlatırız?

İnsan doğarken yalnızdır, ölürken yine yalnızdır. Yaşarken de yalnız olduğu gerçeğinden kaçmak için kalabalıklara karışır ve onlarda teselli bulur. Bilmez ki o kalabalıkları oluşturan bireyler de yapayalnızdır ve onlar da bundan korkarlar. Hayat sürecinde bu mutlak yalnızlıkla yüzleşmek, ertelenir. Fakat bu illüzyon sonsuza kadar sürmez. Kaçınılmaz olarak kişi, bu evrende yapayalnız olduğunun farkına varmalı ve onunla savaşmadan yüzleşmelidir. Bu yüzleşme onu olgun biri haline getirir. O halde karanlık ve yalnızlıkla yüzleşmek için ne yapmak gerekiyor? Bu sorunun cevabı kabullenmek ve anlayışla yüzleşmektir. Korkular katman katman çevremizi kuşatmışken o korkulardan kaçmak yerine onlarla yüzleşmek en doğru davranış olacaktır. Bu yüzleşme meditasyon yaparak gerçekleşebilir. Esasında meditasyon, yapılacak bir iş değil, girilecek bir haldir. Meditatif duruma geçmek, yalnız kaldığınızda sessizlik ve karanlık içinde kolayca girebileceğimiz bir haldir. Bunun için ön hazırlıklar, törenler gerekmiyor. İnsanın en doğal hali, meditatif haldir. Ancak nasıl başarıyorsak, çaba göstererek tüm enerjimizi meditatif olmamaya harcıyoruz. Hayatı kontrol etme isteğimiz, onun sonsuzluğu ve gücü karşısında bir hiç olduğumuz gerçeğini örtbas etmek içindir. Bu istek, yapay egomuzdan geliyor. Ancak hayatta ne yaparsak yapalım, hayatı kontrol etme gücümüz olamaz. Başkalarının hayatlarını bir kenara bırakalım, kendi hayatımızı bile kontrol edemeyiz. Bunu kabullenmemiz gerekiyor ve kabulleniş gerçekleşmediği sürece karanlık ve yalnızlıkla yüzleşemeyiz. Bu eksiklik, içimizde dibi olmayan bir sonsuz karanlığı orada bırakacaktır. Kabulleniş bize ne verecek? Kabulleniş bize derin anlayışı getirecek ve anlayış, para ile makam mevki ile veya master yapmakla elde edilemez. Zevki istiyoruz ama onunla paket olarak verilen acıyı reddediyoruz. Baharı istiyoruz ama kışı istemiyoruz. Gündüzü istiyoruz ama karanlığı istemiyoruz. Güzel yiyecekler istiyoruz ama aç kalmak istemiyoruz. Eğer bir insan zevki –hazzı arzularsa onun faturası olan acıyı da kabullenmek zorundadır. Eğer insan yaşamayı istiyorsa, ölümü de kabullenmek zorundadır. Bunlar dualitenin bir gereği olarak var. Birini alıp diğerini reddetme lüksümüz yok. Artık pembe bulutlardan inip ayaklarımızın yere basması gerekiyor.

Ölüm Şimdi Gelecek

İnsanın en çok korktuğu ölüm süreci, gelecekte değil “şimdiki zaman” diliminde gerçekleşecek. Ne kadar ertelersek erteleyelim, hayat sadece şimdi vardır. Geçen zaman, müdahaleye kapalıdır gelecek zaman da müdahaleye kapalıdır. Hareket olanağımızın olduğu hayat sadece “şimdi” vardır. Hayat şimdi var olduğu gibi, ölüm de “şimdi” vardır. Her an nefes aldığımızda bize hayat bahşedilir, nefesi verdiğimizde de ölüm bahşedilir. Bir sonraki nefesi alanlar, yaşamaya devam ederler, alamayanlar ölürler. Nefesin alınması için hiçbir kesinlik ve garanti yoktur. Bu yüzden ölmeden evvel onunla yüzleşmek, onun doğasını anlamak, provasını yapmak, o an geldiğinde bizi dehşetli saniyelerde biraz daha bilinçli kılacak ve işimizi kolaylaştıracaktır. Bu işin kolayca olmasının tek yolu, kabullenmektir. Başka hiçbir kolay yolu yoktur. Ona karşı gelmek, çırpınmak işi daha da zorlaştırır. Ölümün korkusu ile yüzleşebilen bir insan, iç dünyasındaki karanlık noktaları aydınlatmıştır. O insan, bir çiçek gibi filizlenmeye hazırdır. Ölüm korkusu ile nasıl yüzleşebiliriz? Bunun için de bu yolda ilerleme kaydeden bilge insanların ifadelerine göre, tek yol iç aleme dönüp bakmaktır. Çünkü iç alemde ilerlerken, varacağınız nihai kaynakta ölüm ve yok olmak yoktur. Bu yolculuk, uzun yıllar alacak olan meditasyon süreci ile kolayca yapılabilir. İçe dönüp baktığımızda ne göreceğiz? İlk başta sadece karanlığı göreceğiz. İlk etapta bu bizi ürkütecek. Boşluk ve karanlık, bilinmezlik ve çaresizlik egomuzun yüzleşmek istemediği şeylerdir. Ama biz meditasyon yaptığımızda, aslında bu karanlık dünyamıza bir adım atmış oluyoruz. Bu kez yavaş yavaş karanlığa alışmaya başlıyoruz. Eskisi kadar bizi korkutmayan hatta içinde ilerledikçe birtakım gizemleri aralayacağımız bir evren var içimizde. Bu evren herkesin içinde var. Ancak pek az insan, cesaret göstererek bu evrenin içinde seyahat etme kararı almıştır. Bu evrene ayak basan ve kararlı bir şekilde sabırla ilerleyen her insan, içsel anlamda büyük bir dönüşüm geçiriyor. Hatta büyük çoğunluğu aydınlanma dediğimiz çiçek açmayı gerçekleştiriyor. Orada yalan söyleyeceğimiz, kandırabileceğimiz, torpil yaptırabileceğimiz kimse yoktur, bu evrende tamamen kendi başımızayız ve ilerlemek zorundayız. Uzaya fırlatılan mekikler gibi, bu alemde yükselirken, arkamızda bazı modülleri de bırakırız. Bu modüller, beden modülü, zihin modülü, ego modülü gibi yük modüllerdir ve bunların atılması –bırakılması gerekmektedir. İç alemin uzayında yükselirken, tüm modülleri terk ettiğinizde, geride ne kalır? Sadece saf ve gerçek varlığınız kalır. Hani o ölümsüz olan varlığınız. Yani ruhunuz kalır. Siz yolculuk esnasında o kaynağa vardığınızda, bedenin bir araç olduğunu algılarsınız. Zihnin tüm oyunlarının farkına varırsınız. Basit ve sıradan insanlar, bu modülleri hayat boyu sırtında taşırlar. Ancak iç aleminin keşfine çıkan kaşifler bu yüklerden arınırlar. Geriye hiçbir yük kalmadığında, dünyada olan biten her olayın ardındaki gizemli işleyişi görme lüksünüz olur. Bu bir uyanıştır ve size asla dışarıdan verilemez. Sizin tamamen kendi keşfinizin bir ödülüdür. Buna aydınlanma deniyor ve siz bu kazancı, dünyadaki hiçbir meta ile kıyaslamazsınız. Aydınlanmış bir insan, gözlerini hayata yeniden açar ve her şeyi olması gerektiği gibi değil, tam olarak olduğu gibi görür ve anlayış gösterir. Dünyaya ilişkin kısa süreli mutluluklar ve onları takip eden acılarla uğraşmaz. O artık asıl kaynağa ulaşmıştır ve asla yok olmayan “öz” varlığa erişmeyi başarmıştır. Tohum olarak toprağın altında kalmamış ve çürümemiş, aksine filizlenmiş ve çiçek açmıştır. Böyle bir insan karanlık ve yalnızlık zamanlarının kendine lütuf olduğunu bilir. Böyle bir insan, bedensel ölümün, büyük bir yükü hafifleteceğini bilir ve başka bir şeffaf boyutta öz varlığını sürdüreceğinin kesin bilgisi ile ölümü bile çoşku ile karşılar. Böyle bir insan, dünyaya gözünü açtığında, diğer karanlıkta kalan insanlara ışık olmaktan, onlara yardım etmekten haz alır. İşte bu haz, hayatın gerçek amacıdır. Beden, kendisinden alındığında ise bir başka boyutta (asla yok olmayan bir enerji olarak) form değiştirecek ve bu kez o alemlerde çalışmalarını sürdürecektir. Ancak bu kez, yorucu ve can sıkıcı bedenini, onun getirdiği zorunlulukları geride bırakır. Öz varlığı yüklerinden ve kabuklarından kurtulur.

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir